CESUR: BU HİKAYE TÜRK MİLLETİNİN BENLİK ARAYIŞININ HİKAYESİDİR

Demirel’in hayatının Cumhuriyet’in kalkınma ve medenileşme mücadelesinin sembolü olduğunu ifade eden Cesur, doğduğu dönemde Türkiye’nin büyük zorluklarla yüzleştiğini vurguladı, onun halkın sorunlarına duyarlı bir lider olarak tarihi bir rol oynadığını dile getirdi.

Cesur, mesajında şu ifadelere yer verdi; “Doğumunun yüzüncü yılında Süleyman Demirel kimdir sorusunun cevabı; Süleyman Demirel, demokrasi ve kalkınmanın kahramanıdır. Tartışmasız dahil olduğu her dönemde, siyasette de lider ve duayendir.

Onun hikayesi, İslamköy’den Çankaya’ya uzanan, bir Cumhuriyet hikayesidir. Bu hikaye aynı zamanda, Cumhuriyet’in kalkınma, medenileşme mücadelesinin ve Türk Milleti’nin benlik arayışının hikayesidir.

Süleyman Demirel’in, bir ömre değil, bin ömre sığacak kadar çok hizmetle ve eserle dolu ömrünü, neye adadığının bilinmesi, neredeyse Cumhuriyetle yaşıt Demirel’in öyküsünün anlaşılabilmesi, Cumhuriyet’i anlamak konusunda ve de tarihe karşı büyük bir sorumluluktur.

Süleyman Demirel, Cumhuriyet’in ilanından tam 1 yıl sonra, 1 Kasım 1924’te İslamköy’de doğdu. O doğduğunda, 13 milyondan oluşan ve bütün sanayi ihtiyaçlarını ithal eden, tarıma dayalı bir toplum ve kişi başına düşen geliri yıllık 50 dolar olan bir Türkiye vardı.

Sayın Cumhurbaşkanı’mız bir gün, İslamköy’deki baba evini gezdirirken, bir kerpiç odada dedi ki;

“Ben, bu odada kardeşlerimle yaşadım. Elektrik yoktu. Gaz lambasıyla okur-yazardık. Köy okulunu bitirdim. Ortaokula gitmek için her sabah kilometrelerce yürür, kasabaya giderdik. Eğer bana Cumhuriyet nedir, diye sorarsınız, Cumhuriyet benim işte! İslamköy’den çıkmış bir köylü çocuğunu Cumhurbaşkanı yapan, Cumhuriyet’tir”. Her fırsatta bunun altını çizdi ve Büyük Atatürk’e bağlılığını ifade etti. Eserlerle ve mücadele le dolu ömründe sadece bu ifadesi bile Cumhuriyet’e hizmettir,  büyük Atatürk’e sadakattir.

Kendisini siyasete iten Türk köylüsünün ve halkının doğup büyüdüğü dönemdeki yoksulluğu ve çaresizliği idi. Memleketin büyük bölümünde içecek su yakacak ışık yoktu. Meslek seçimi de, milyonları çatlamış toprakla mavi gökyüzü arasında sıkışmış kaderinden kurtarma kavgasına katkıda bulunma amacıyla oldu ve bugün dünyada nam salan dev eserlere imza attı, ismini altın harflerle kalkınma tarihimize yazdırdı.

Göreve başladığı yıllarda Türkiye’nin 35 bin köyünün sadece 13’ünde elektrik olan bir Türkiye idi Türkiye. Bir yerden bir yere gidilemeyen ve gidilmesine aslında ihtiyacı olmayan bir Türkiye.

Demirel’in Rüyası “Büyük Türkiye” idi. Köyden gelen ve halkın ıstırabını iyi bilen biri olarak, 1965 seçimlerinde “vatan için el ele” diyerek yola çıktı. Halka döndü ve “Kavgada, dövüşte fayda yoktur. Gelin Türkiye’yi iyi günlere götürelim. Aş bulalım, ekmek bulalım. Türkiye’yi imar ve inşa edelim. Türkiye’yi kalkındıralım. Çağdaş ülkeler seviyesine getirelim.” dedi.

Avrupa’yla Asya’yı bağladı. Boğaz Köprüsü’nü , Keban Barajı’nı ve Barajlar kralı olarak anılmasını sağlayacak yüzlerce baraja imza attı. Türkiye’ye elektrik bulalım dedi, buldu. Elektrik ile fabrikalar kuralım dedi, kurdu. Fabrikalarda çocuklarımıza iş bulalım, dedi, okul yapalım dedi. Hepsini yaptı. Okumamış insan kalmasın dedi ve “Bilgi konacak, demir konacak, çimento konacak ve en önemlisi bu güzel topraklara sevda konacak” dediği topraklara hepsini koydu.

Ne yapmaya kalkışsa, bir karşı çıkan oldu. Para yok, para bulacaksınız dediler, buldu; Proje yok, bulacaksınız dediler; buldu; mühendis yok, bulacaksınız dediler; buldu. Barajlar geldi art arda. Seyhan Barajı, bir ömrüm daha olsa bir daha veririm dediği büyük eseri GAP. Dünyanın incisi dediği Atatürk Barajı. Birecik Barajı ve Karkamış Barajı. Dağları değil çağları deldiği Urfa Tüneli.

Ve sanayileşme! Görevi tamamladığında kendisinin deyişiyle iğneden ipliğe her şeyi satın alan bir ülkeden, kendine yetecek inşa gücü ve sanayi tesisi ile ve eğitim kurumu olan bir Türkiye olmuştu Türkiye! 2000’e gelindiğinde Türkiye 80 milyona varan nüfusu ile tüm sanayi ürünlerini ithal eden bir ülkeden, bir sanayi toplumuna dönüşmüştür ve her alanda dev atılımlar gerçekleştirmiş bir dünya devleti idi.

Cumhuriyetin en büyük işinin eğitim olduğuna inandı. Okulsuz köy, orta okulsuz kasaba ve lisesiz ilçe kalmasın istedi. İlk hedefi buydu. Cumhuriyet’in en güzel eseri saydığı “Üniversiteyi her yere götürelim”. Asıl hedefi de bu oldu ve 104 üniversitenin kurulmasına, gelişmesine imza attı.

Ülkenin aynı zamanda hür olması lazımdı. Hür devlet, hür toplum ile mümkündü. İnsanların hür olması ise eğitim ile mümkündü. Bu sebeple eğitimi, hizmetlerinin en başında tuttu. Hür üniversite, demokrasinin en önemli kurumlarındandı.

Demirel’e göre adaletin işlemesi lazımdı, kurumların işlemesi lazımdı ve anayasanın işlemesi lazımdı.

Pozitif hukuka dayanan ve batının kanunlarını esas alan bir devlet olması lazımdı. Cebinde taşıdığı anayasasını, yine hep yanında taşıdığı Kuran gibi muhafaza etti. Hukukun üstünlüğüne inandı ve her daim bunu dile getirdi.

Devlet kavramını ve onun zedelenmemesini çok önemsedi. Ona göre; “Devlet, halkın devletidir, üstün irade ve her türlü yönetim yetkisinin kaynağı millet iradesidir. Derdi ki; “Hükümetler şapka gibidir, devlet baş gibidir. Şapka eskiyince yenisini alır takarsınız ama başı yıpratırsanız yenisini bulamazsınız. Devleti zedelemeyin.” derdi.

Kıbrıs’a, Türk Dünyası’na, Balkanlara, Amerika’dan Orta Doğu ve Rusya’ya uzanan iyi ve artan ilişkiler onun görevde olduğu sürelerde en iyi seviyesine ulaştı ve bir ömür inandığı davalarından biri Avrupa Birliği üyeliği için 50 sene emek sarf etti, büyük yol kat edildiyse buna katkısı büyük oldu.

Ve; yıllarca hizmet ettiği ülkesine son büyük hizmeti olarak, ülkenin her köşesini ve kişisini kucaklayan bir Cumhurbaşkanlığı yaptı. Rakiplerinin bile seneler sonra o dönemde takdirini kazandı.

Süleyman Demirel, son nefesine kadar; “Kalkınmış, Demokrat, Büyük Türkiye’yi” hedefledi.

Başarılarla ve mücadeleyle dolu öyküsünde, ve yüz yıl önce doğduğu Türkiye’den, yüz sene sonra bugüne geldiğimizde, bugün çok önemsediğim ve özellikle umudunu yitiren pırıl pırıl gençlerimizle paylaşmak istediğim çizdiği yol ve mesajı şudur:

“Pek çok ülke gibi Türkiye’nin de önemli sorunları bulunmaktadır. Hiçbir zaman sorunlarımızı küçümseyemeyiz. Yorgunluğa, bıkkınlığa, karamsarlığa gerek yoktur. Şevkimiz, kararlılığımız, kendimize güvenimiz bize yetecektir.

Türkiye, neye sahip olduğunun değerini iyi bilmeli ve sorunlar ne kadar büyük ve ciddî de olsa, devletten, rejimden, kendisinden güvensizliğe düşmeden, sorunlarını demokratik zeminlerde çözmenin yollarını aramalıdır.

Türkiye, demokrasi ve insan hakları idealine ve prensiplerine içtenlikle bağlıdır. Bu, kimseyi memnun etmek için değil, kendi vatandaşlarını mutlu etmek içindir.

Bu ülkenin doğulusu ve batılısı, kuzeylisi ve güneylisi ile tüm bireyleri kardeştir. Bu kardeşlik bozulmamalıdır.

Türkiye, dünya ile kucaklaşabilecek şekilde ekonomisini geliştirmeli ve teknolojinin gerisinde kalmamalıdır. Türkiye, kalkınmasını sürdürebilmeli; demokrasi ve kalkınma bayrağını hiçbir zaman elinden bırakmamalıdır.”

Hizmetlerle, eserlerle, mücadele ile geçen ömrünü adadığı Türk Milleti Demirel’i çok sevdi. Hoşgörüsü, geldiği yerini, köyünü hiç unutmaması, geleneklerine bağlı olduğu kadar geleceği çağdaş çizgide erkenden yakalaması ve takipçisi olması, Devlet Adamı olmasının yanısıra, eşi Nazmiye Hanım ile olan mütevazi ev yaşamı ile,  hoşgörülü, esprili kişiliği, müthiş hafızası, yüksek zekası, yardımsever yapısı, halden anlaması, vefayı hep en üstte tutması, yarınlar için en zor zamanlarda bile bir sözü ile umut aşılaması, BABA olması, milliyetçi, demokrat, Atatürkçü olması ile Türk Milleti O’nu çok sevdi.

Yüz yıl önce dünyaya geldiği köydeki Anıtmezarı her gün ziyaretçilerle dolmaktadır, Demirel ismi sadece sayısız eserleri, demokrasi ve kalkınma tarihimizde yerini almamış, ömrünü adadığı milletinin yüreğine yazılmıştır.  Ömrünün her döneminden herkesin kendisi için örnek alacağı, umut bulacağı hadiseler vardır.

Bu duygularla, adını tarihe altın harflerle yazdıran Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı, babamız Süleyman Demirel’in Aziz Hatırası önünde ihtiramla eğiliyor, ömrümün birlikte yedi gün, en az günde 15 saatlik mesai ile geçen 20 küsur senesi için şükran duyuyor,  kendisini Rahmetle, minnetle anıyorum ve çok ama çok özlüyorum.”