Gökyüzü Kahramanı Tamer Bilir’in Gözyaşlarıyla Dolu Hikayesi
Gözlerinizden süzülecek duygularla Tamer Bilir'in hayatına dokunmaya hazır olun. Isparta'nın sıcak topraklarında doğup büyüyen Tamer Bilir, çocukluğundan beri gökyüzünde özgürce süzülen uçaklara olan hayranlığıyla biliniyordu. Büyüdükçe bu hayaline ulaşmak için çabaladı ve Kara Havacılık Okulu'nda eğitim alarak Havacı Jandarma olarak göreve adım attı. Ancak, Tamer Bilir'in hayatı, beklenmedik bir anın gölgesinde dönüşecekti.
Gazilik hikayesine başlamadan önce hayat hikayesinden söz eden Bilir şu ifadelere yer verdi; İlköğretimi Nazmi Toker, ortaöğretimi Gürkan ortaokulu ve lise öğrenimini Endüstri Meslek Lisesi Metal İşleri bölümünde bitirdim. Mezun olmamın ardından üniversite sınavıyla şu anda Isparta’ya gelen Kara havacılık okulu Uçak, Helikopter Teknisyeni olarak Türkiye’de üniversite sınavlarıyla 29 kişi olarak okula girişimiz yapıldı. O zaman Türkiye’de 67 il vardı ve toplam öğrenci sayısı 29’du. Isparta’yı en iyi şekilde temsil ettiğimiz için, şahsım adına gurur verici bir durumdu. 1988 yılında Ankara Kara Havacılık Okulu Güvercinlik’te Astsubay öğrenci olarak eğitimim başladı. Bu süreçte Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde bulunan O1 ve Cessna Uçaklarının bakım, onarım kursunu gördük. Bu süreçte Kara Havacı olarak askeriyeye ilk girdiğimizde, daha sonra kuvvetler arası ayrım yapılacağında torba usulü 29 kişiden 4 kişi Jandarma Genel Komutanlık bünyesinde Jandarma Havacı olarak göreve başlayacaktık. Kura çekiminde Jandarma Hava Okulunu çeken ikinci kişiyim. Bu süreçte okulumuzun bitimine iki ay kala özlük haklarımız jandarma havacı olarak belirlendi. 30 ağustos 1989 yılında kara havacılık okulundan jandarma havacı olarak uçak, helikopter teknisyeni olarak teşkilata katıldık. 1990 yılında Jandarma Hava Grup Komutanlığı Güvercinlik Ankara’da, Astsubaylık hayatına başladım.
Bu süreçte altı ay boyunca tekrardan Kara Havacılık Okulunda uçak teknisyeni olarak ihtisas kursumuzu gördük. Altı aylık sürecin bitmesiyle helikopter ihtisas belgemizi aldık. Biz güvercinlikte görevliyken Ankara Jandarma Hava Grup Komutanlığı ve Diyarbakır Jandarma Hava Grup Komutanlığı ile devamlı batıda da olsak doğuda, doğuda da olsak doğuda tüm güneydoğudaki Suriye, Irak, İran, Ermenistan sınırından, Mardin’e kadar o bölgenin içerisindeki birçok ilde operasyonlarda görev yaptım. Türkiye bünyesine ilk girmiş olan S-70 Black Hawk, Skorsky helikopterlerinin ilk kursunu görenlerdenim.
VATAN VE BAYRAK İÇİN DAVA BİR BÜTÜNDÜR,
DAVA VATANSA GERİSİ TEFERRUATTIR
Skorsky helikopterleri, Türk envanterine girdiği zaman Tansu Çiler’in döneminde bizden önceki ve bizden sonraki tüm teknisyen ve pilotlar Amerika Florida’da 6 ay Skorsky Fabrikasında eğitim gördü. Tansu Çiler zamanında tasarruf tedbirleri neticesinde bizim Amerikalı pilot ve teknisyenler Türkiye’ye geldi. Biz bu kursumuzu Ankara Kara Havacılık okulunda gördük. Kurs bitimimizde s70 Black Hawk skorsky helikopteri bakım onarım diplomasını aldıktan sonra Türkiye’de bu helikopterlerle Güneydoğu Bölgesinde günde 10 saat çatışmalarda görev yapan ekipteydim. 1990-1995 yılları Tansu Çiler’in Ben Anayım Bu Terör Ya Bitecek, Ya Bitecek dediği zaman bütün pilot ve teknisyenlerimiz ve tüm rütbeliler olarak operasyonlara gidenlerle her gün Şırnak ve Hakkari’de çatışmada uçan ve birçok yaralı ve şehit arkadaşlarımızı operasyonlar bölgelerinden alan kişilerdik. Bizim için çok gurur ve onur verici bir meslekti. Bizim dönemimizi bilenler bilir, 1990-1995 yılları arasında her gün yaralılar hariç 70-80 şehit haberi oluyordu. Vatanımız için en önde koşan gruplardandık. Birliğimize ve diğer kara havacılık bünyesindeki arkadaşlarımızdan şehitlerimiz ve gazilerimiz var. “Vatan ve Bayrak İçin Dava Bir Bütündür, Dava Vatansa Gerisi Teferruattır.” Buradaki olaylarımız çok şükür ki şu anda ülkemizde İHA’lar SİHA’lar ve diğer yeni yapılan tesisat ve savunma sanayisiyle bizim dönemimizdeki gibi askerlerin mayına basması, karakol baskınları ve diğer olaylar en aza indirgenmiş vaziyette. Ülkemiz bu süreçte çok büyük bir ivme kazandı.
GÖREVLERİMİZE HER ZAMAN CANI GÖNÜLDEN KOŞUYORDUK
1990 yılında İzmir Foça Komando İhtisas kursunda altı ay komando ve gerilla eğitimi aldık. Bu kursu almamızın başlıca sebebi Güneydoğuda operasyonlarda başımıza bir şey geldiğinde kendimizi, hayatı idamemizi yapabilmemiz içindi. 1990 yılında gördüğümüz kurslarda çok güzel arkadaşlıklarımız odu. Bunları anlatma sebebim 1992 yılında evime gireceğim sırada yaşadığım baskında Foça komando kursundaki görmüş olduğumuz eğitim ve ihtisas kursunun ve önce Allah’ın yardımıyla bunu canlı canlı yaşadık. Sene 1992 yıllarında Ankara Jandarma Hava Grup Komutanlığında iç ve dış görevlerde bir fiil uçuşlarımızı ve görevlerimizi yerine getirdik. 1992 yılının Temmuz ayında Ankara’dan Diyarbakır jandarma hava grup komutanlığı emrine atandım. Bu süreçte her gün çatışmalar çok yoğun ve o zaman tüm Türkiye’de sınırlar Jandarma bölgesi, iç birimlerde Kara kuvvetlerindeydi. Dış koruma ve savunma jandarmada olduğu için o zaman 5 Skorsky helikopteri ile Şırnak, Hakkari ve tüm sınırlar bizdeydi. Günde on saat çatışma yaşanıyordu. Gece üste asker geliyordu komutanım gidiyoruz diye, nereye gittiğimizi bilmeden direkt birliğe gidiyorduk. İki pilot ve teknisyen havalandıktan sonra timlerle gideceğimiz bölge bellidir. On saat olma sebebi ise Skorsky helikopterinin on saate bir yapılması gereken bakımı vardır. O zaman güneydoğudaki Şırnak ve Hakkari bölgesindeki birliklerimizde hangarlar olmadığı için uçuş bitiminde devamlı Şırnak’tan Diyarbakır’a dönecek olan askerleri de alıp, Diyarbakır’a getiriyorduk. Yemeğimizi belirli zamanlarda yiyebiliyorsak yiyorduk ve helikopterlerin bakımının ardından tekrardan operasyonlara gidiyorduk. Görevlerimize her zaman canı gönülden koşturuyorduk.
‘RÜTBELİ KİŞİLERİN EVLERİNE İŞARET KOYULUYORDU’
Bizim zamanımızda Diyarbakır’da Hizbullah dönemi başladı ve saat 5’ten sonra sokağa çıkma yasağı ve 5’ten sonra sokağa çıkanlarla Hizbullah ve PKK arasında el bombaları patlamaları, silahlar gibi olaylarla her dakika herkes tetikteydi. Biz görev icabı uçucu olduğumuz için ve jandarmada 24 saat görev olduğu için biz devamlı uçuş tulumu ile geziyorduk. O süreçlerde bekar olduğumuz için lojmanlardan ev tutamıyorduk. Dışarıda bizden önceki abilerimizin tutmuş olduğu evler aynı lojman gibi, tayini olan Ankara’ya gidiyor, Diyarbakır’a gelen de o evde kalıyordu. Yaklaşık bir aylık süreçte Diyarbakır’daki evde kaldığımızda toplam kaldığımız süre üç günü geçmiyordu. Çünkü sırt çantamızın içerisinde bir haftalık erzaklarımızla, helikopterdeydik. Ne zaman nereye uçacağımızı bilmediğimiz için bir fiil görevdeydik. Bizim evimizin bekar evi olmasından dolayı üç defa tuzaklanırken biz insanları yakaladık. Ne amaçla geldiklerini biz sonradan fark ettik. İlk olayda evimiz yedinci kattaydı, merdivenlerden birisi siz neden erken geldiniz demesiyle evden kaçtı. İkinci olayda ise evde yalnızdım ve o esnada kapılar kurcalanmaya başlanmıştı. O dönemlerde insanlar rütbeli kişilerin evlerine işaret koyuyordu. Asker ve polislerin evlerine işaret koymalarıyla, evler tuzaklanıyordu. Bu tuzaklamalardan dolayı el bombaları ve silahların patlamasıyla birçok kişi şehit ya da gazi oldu. Be de ister istemez kapı kurcalandığı gün huylanıp, elime tabancamı aldım ve iç kapıyı açtım. Dış kapıya tekme vurduğumda bir adamın asansöre yapıştığını gördüm. Bu bahsettiğim adam bizim binamızın kapıcısıymış. Bana dönüp sen bugün görevde değil miydin diye sordu. Tüm arkadaşlarımıza ve grup komutanlarımıza bu konudan bahsettik. Biz takip ediliyoruz, bizim yanımızda 14’lü var ama bize akrep veya keleş verin dedik. Bu süreçte bizim komutanımız bize, burada bu kadar rütbeli var gelip sizi mi tarayacak diyerek bizi basite aldı. biz o süreçte görevden geliyoruz, eve girerken ve birlikten çıkarken tabancamızın ağzına mermiyi veriyoruz, emniyet açık, elimiz tetikte ve Amerikan parka içerisinde mesaiden çıkıp evimize geliyoruz. Biz Diyarbakır Sur’a çok yakın olduğumuzdan dolayı, bizim tahminlerimizde bizi Sur’dan tararlar düşüncesi vardı.
‘BEN VURULDUĞUMU HİSSETMİYORDUM’
25 Aralık 1992 günü Diyarbakır Lice’de operasyona gittik. Operasyon dönüşünde üç arkadaşımla beraber servisten indik. Diyarbakır’a kolay kolay kar yağmazdı ama o gün karlıydı. Markete girmemizle beraber, sarı Mardin plakalı bir aracın içerisinden yüzleri poşulu bize bakıyorlardı. Bakkaldakilere sorduğumuzda onları tanımadıklarını söylediler. Biz takip edildiğimizi bildiğimiz için, bugün dışarıda yemeyelim ve evde bir şeyler hazırlayalım diye karar verdik. Arkadaşlarla yiyecek bir şeyler almak için dışarıya çıktık. O esnada PKK unsurları arkadaşımızın karşısına çıkmayıp, eve çıkmasına müsaade etmişler. Biz diğer arkadaşımla beraber dükkana girdiğimizde bize devamlı bakıyorlardı ve ben arkadaşıma dönüp bir sıkıtı olduğunu söyledim. Dükkandan çıkıp binanın içerisine girmemizle beraber ateş açmaya başladılar. Ben asansörün düğmesine basarken sağ elimden vuruldum derken, elimden ılık ılık bir şeyler akıyordu. O anda arkadaşıma ben vuruldum herhalde dedim ve arkadaşım teröristlere ateş etmiş ve mermi bina girip kapısını delmiş. Bizi tarayan grup dağ kadrosunun tetikçisiymiş. Olay olalı 30 seneyi geçti ama o süreçte merdiven otomatı sönmesiyle, arkadaşım mı beni yere yatırdı ben mi onu yere yatırdım bilmiyorum. O anda ben vuruldum dediğimde beyaz beyaz kemik parçaları gözüküyormuş. Ben vurulduğumu hissetmiyordum ve ateş etmeye çalışıyordum. Ateş etmeye çalıştığımda sağ elim tabancayı tutmuyor ve düşüyordu. Bizi teröristler taradığında yerde 18 adet boş kovan vardı. Daha sonra arkadaşıma kalkalım dedim ve birlikte kalktık. Ben silahımı arkadaşıma verdim. O süreçte arkadaşım bina kapısına giderken, ben yardım çağırabilmek için birinci kata çıktım. Kapıyı açan kişi bana “Bizim T.C ordusuyla işimiz yok, kendi çarenize bakın” dedi. Bu söylemi hala hazmedemiyorum. Biz arkadaşımla kolumu tutarak kapıdan çıktık ve herkese bağırıyorduk neredesiniz diye ama kimse cevap vermiyordu.
‘KOLUMU KESMELERİNİ İSTEMİYORDUM’
Hastaneye gideceğiz, yerler buz ve iki taksi bizi almadı. Üçüncü taksi geldiğinde kan kaybım çok olduğu için arkadaşım taksiyi silahla durdurdu. İçerisindeki yolcuyu indirip, şoföre bizi hastaneye götürmesini söyledik. Bizi Diyarbakır Askeri Hastanesi’ne götürdüğünde, olay herkes tarafından çoktan duyulmuş. Herkes havacılar tarandı diye konuşuyormuş. Hastaneye girdiğimizde doktorlara kolumu kesmeyin diye yalvarıyordum. En son doktorun bana ameliyat masasında dediği şey ise “ Bu kadar mı kıymetli kolun? Niye kesmeyelim?” Oldu. Ben de Türk Ordusunun şerefli helikopter teknisyeniyim ve şu an burada bu sıkışıklıkta ordunun bana ihtiyacı var, her yerimi kes ama kolumu kesme dedim. Güneydoğuda bütün şehit ve yaralıları taşıyan bizdik ve ben bu yüzden kolumu kesmelerini istemiyordum. O anda doktorun narkozu vermesiyle ameliyatım dört buçuk saat kadar sürmüş. İlk gözümü açtığımda doktorum yanımdaydı. Kendime geldiğimde koluma baktım ve kolum benimleydi. Doktora sorduğum tek şey “hocam kolumu kesip moral olsun diye mi koydun yoksa orijinal mi duruyor” dedim. Doktorda bana hayatım boyunca unutamayacağım bir kişisin, tek tek cımbızla kemik parçalarını yerleştirdiğini söyledi. O arada ameliyata giren bir diğer Boşnak asteğmenim de sinirlerimiz çekip, birleştirmiş. O gün ben hastanede yatarken babam Isparta’da mide kanaması geçirmiş ve o da hastanede yatıyormuş. Onlar benden babamın durumunu saklıyor, ben onlardan yaralandığımı saklıyorum. Bu düşündüğünüz zaman çok zor ve mantığın bittiği yer oluyor. Doktor pansumana geldiğinde 8 metreden 18 kurşun yemişsin, ben de bir hafta kadar kolunu kesmemek için sana şans veriyorum dedi. Ne yapmam lazım diye sorduğumda, doku, sinir ve kemiklerin kalsiyum açısından gelişmesi için süt içmen gerekiyor dedi. Doktor kolumu kesmesin diye her gün düzenli olarak 5.5 Litre süt içiyordum. Bir haftanın sonunda röntgen çekildi ve doktor onları incelerken kolumu kesip kesmeyeceğini soruyordum. Kesilmesi gerekiyorsa kesilir, çünkü Dava Vatansa Gerisi Teferruattır”.
‘AİLEMİN OLAYDAN HABERİ YOKTU’
Doktor bana tekrar bir hafta süre verdi. Bu sürede annemler beni arıyordu. Arkadaşlarım annemi arıyor Tamer nasıl diye, annem onlara iyi diyor. O zamanlar bizim Diyarbakır Jandarma Hava Okulu’nun santrali ile Diyarbakır Askeri Hastanesi’nin santrali aynıymış. Birliğimdeki santralciye söylüyordum bizim evi ara, annem çıktığı zaman direkt benmişim gibi görüşelim diyordum. Annem telefona çıktığında nasılsın diye soruyordu, iyiyim anne diyordum. 38.gün ilk duşumu dört asker yardımıyla aldım. Bir tanesi vurulduğum kolu, bir tanesi serumlu kolu ve diğeri de düşmemem için beni tutuyordu. Dördüncü arkadaşımda banyo almama yardımcı oldu. 42. Gün hastaneden çıktığımda 55 kilo girdiğim hastaneden, 82 kilo olarak çıktım. Birliğimde arkadaşlarımla görüştükten sonra aileme nasıl haber vereceğimi düşünüyordum. Bir hafta kadar Ankara’daki birliğimizden arkadaşlarımda kalayım, hem bana moral olur hem de gideceğim günü kararlaştırayım diye düşündüm. 1992 yılında Amerikan alçı çıktığında ilk uygulanan kişilerden birisiyim. Normal alçı ağırdı, Amerikan alçısı hafifti. Bir haftanın sonunda gündüz gidersem vurulduğum belli olur diye, akşam 6 gibi otobüse bindim. Gece 12 gibi Isparta’ya geldiğimde ailem beni karşılamak için geldi. Her şeyi düşündüm, tek bir şey düşünememişim. Annemle garajda karşılaşıp, sarıldığımda alçının sertliği annemin sırtına batmış. Eve geldiğimizde bana ne oldu diye sordular. Ben de onlara helikopterle düştük dedim, vuruldum diyemedim. Utandığımdan değil, ani bir haberde bir şey olacak diye çekindiğimden söyleyememiştim. Annemle babam sabaha kadar uyumamış. O süreçte benim kolum alçılıydı. Rahmetli dayım ne oldu diye sorduğunda Van’daki operasyonda helikopterle düştük, helikopter beni dışarıya atmış cephanelerin koluma düşmesiyle kolum kırıldı dedim. Hiç birisi inanmamıştı. En son 45.gün alçının çıkmasıyla merminin yeri, ameliyat izleri derken her şey açığa çıktı. Kolum tutmuyor ve ben kolumu taşıyamıyordum. Ailecek oturduğumuz o akşam bütün olayı bahsettim. 18 kurşun yememle elbisem delik deşik, ama kolum yaralandı diye söyledim. Herkes büyük bir şok yaşadı. Bu süreçte annem üzüntüden bir ayda 32 dişini döktü, babam altı ay içerisinde şeker hastası oldu. Bunu şu an anlatırken aynı olayları tekrar yaşıyorum ve bunu tekrar yaşadığımda bütün her şeyim sil baştan oluyor. Vatan hepimizin, Bayrak hepimizin, Sancak hepimizin. Eğer biz varsak vatan vardır. Devletimi, milletimi, mesleğimi çok seviyorum ve her Ankara’ya gittiğimde birliğimizi ve komutanlarımızı ziyaret ediyorum.
‘TÜRKİYE’DEKİ 7. ŞUBE KURUCU BAŞKANIYIM’
Yaklaşık 3.5 sene boyunca Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde (Gata) nöroloji, beyin cerrahi, ortopedi ve fizik tedaviyle süreci geçirdim. Biz uçucu olduğumuz için yirmi günü geçen istirahatlerde uçuş muayenesine gittiğimizde, en son Eskişehir Hava Hastanesinde bizim emeklilik kararımız alındı. Buradaki süreçte 1995 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) Gazi Uçak Helikopter Teknisyeni olarak emekli oldum. O dönemlerde tüm Türkiye’de şehit ve gazilerimiz çok olduğu için onurla ve gururla söylemekten şeref duyduğum Türkiye Harp Malulü Gaziler, Şehit Dul ve Yetimleri Derneği’nin Türkiye’deki 7. Şube kurucu başkanıyım.
Bu süreçte diğer büyük iller biz bu kadar büyükken neden Isparta’ya verildi denildiğinde, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bu derneğin Isparta’da kurulmasında en büyük emeği geçendir, mekanı cennet olsun. Türk Silahlı Kuvvetlerinde AB206- Skorsky Black Hawk helikopterlerinde onurlu ve gururlu görevler yaptım. Bu süreçteki şehit olan tüm arkadaşlarımın mekanı cennet olsun, Gazi olarak kalan tüm kardeşlerim ve arkadaşlarıma da Rabbim hayırlı uzun ömürlü hayat versin. Biz büyük bir aileyiz, hepinizden Allah razı olsun.” Dedi. (Sümeyye Savcı)